2021 Kasımının sonunda Konya’da Diyanet İşleri Başkanlığınca Uluslararası İhtida Kongresi Düzenlendi.
“İhtida” her ne kadar yüzeysel olarak “conversione-dönüşme” olarak tercüme edilse de terim yalnızca İslam’ı benimseme eylemini ifade eder ve “İslam’a yolculuk” olarak çevrilir.
Etkinlik organizatörler tarafından “tarihi” olarak tanımlandı ve katılımcılar tarafından da böyle algılandı: 13 ülkeden gelen yaklaşık elli kişi. Aslan payını bir yanda Anglo-Sakson dünyası -ABD, Kanada ve Birleşik Krallık- diğer yandan da Kuzey Avrupa -başta Hollanda ve Almanya ayrıca Danimarka ve Belçika- temsilcileri oluşturdu. Sovyet Sonrası bölgelerde İslam’a kitlesel dönüşlere tanıklığın ortaya çıktığı Doğu Avrupa’nın konumuna göre Fransa’nın konumu etkili temsilciler tarafından temsil edilmesine rağmen biraz silikti. Bütün Güney Avrupa’dan yalnızca bir katılım var iken, İtalyan (bu yazıyı yazan), Güney Afrika’dan Güney Amerika’ya kadar tüm Güneyler oradaydı ve Uzak Doğu’dan, Japonya’dan İslam’ı anlatmak için bir ses geldi.
İstanbul Havalimanı’nda Konya’ya uçmak için bekler iken bu heterojen grup klasik Arapça’nın ortak bir dil olarak kullanılabileceğini şaşkınlıkla keşfetti: Aslında her müslümanın en azından biraz kullandığı ve Türkler tarafından konuşulan Kur’an Arapçası anadili Arapça olmayanların kulağına olağanüstü bir şekilde net geliyordu. İngilizce’nin inanıldığı gibi o kadar da evrensel olmadığını anlamakta güçlük çeken Batılılara kanıtlamak için kıymetli bir kaynak olabilir (ki Türkiye’de Fransızca, özellikle de Almanca daha çok işe yarıyor).
Çoğu da, Anadolu’nun kalbindeki çok eski şehri, 12 ve 13. Yüzyıllar arasında Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkentliğini yapmış Konya’yı da ilk kez keşfetti. Sufi şair ve mutasavvıf Mevlana’nın naaşının medfun olduğu ve türbesinin bulunduğu, Mevleviliğinin merkezi Konya ayrıca gelişen bir sanayi şehri de.
Konya’nın iş parkı Mevlana’nın ziyaretçileri çektiği gibi girişimcileri cezbediyor: Ekonomik modernite ile dini geleneksellik arasında Türk kombinasyonunun örneği. Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay Konya’yı ev sahipliği sunarak ihtida edenlerin yıllık buluşma merkezi yapma gayreti içerisinde. Böylece Konya kozmopolit olarak tanımlayabileceğimiz yeni bir İslami mekan olmaya aday. Aslında Konya buluşmasında ortaya çıkan tam olarak İslam’ın bu kozmopolit -inançta bir, ümmet içerisinde evrensel, kültürel köklerde çoğul- boyutuydu. Bu kozmopolitlik medyatik ve akademik anlatının homojen olarak sunduğu kültürlerin katılımcılarının siyasi bağlamlar, yaşam alanları, sosyal pratikler hatta giyim tarzları arasındaki karşılaşması gerçeğinden kaynaklanmaktadır.
Bu anlatı karşısında Konya buluşması hem Batı diye bilinen hem de İslami olarak tanımlanan dünyanın çoğulculuğunu açığa çıkardı ve iki dünyanın örtüşüp kültürel köklerin yeniden ortaya çıktığı alanın giderek genişlediğini ifade etti.
Birçok mühtedi konferansın “yeni müslümanlar” tanımının tam uymadığını ifade ediyor. Belki onlar onlarca yıldır varlar ve ihtidaların onları medya ve politikanın keşfetmesiyle başlamadığını, yeni kollarının ortaya çıktığı karstik bir nehir gibi olduklarını bize hatırlatıyorlar. Hatta bu yaş ile ilgili bir mesele bile değil: Frankfurt Sosyoloji Fakültesi öğrenci hareketlerine katılırken müslüman olan emekli Alman edebiyatı öğretmeni Eva-Maria el-Shabassy ve İslam’ı genç iken kendi başına öğrenen ve kendi ifadesiyle “Ibn Yekzan gibi, tek bir müslüman tanımıyordum” diye belirten, Louvain Katolik Üniversitesi’nde doktora yapan Gregory Vandamme’ın şehadetlerini karşılaştırmak yeterli.
Yerel kültürler ve İslam’ın evrensel mesajı arasındaki bu köprü işlevi pratik olarak özellikle zorluklara ve ihtiyaçlara karşı hassas aynı zamanda İslam’ı evlatlarına ve çevresine yaymak isteyen, yaşadıkları ülkelerde azınlık olan olan gayrimüslim bir geçmişe sahip mühtediler tarafından ortaya konulan din hizmetlerinde, eğitim ve kültür ürünlerinde kendini gösteriyor. Müdahale alanları arasında ön planda Kur’an’ın tercümesi meselesi göze çarpıyor fakat mesele genel olarak çeviri alanına yayılıyor.
Diyanet’in Strazburg biriminden genç Aslıhan bana dünya genelinde gönüllülerin gerçekleştirdiği önemli eserlerin çeviri ve editörlük işlerini anlatırken aklıma Arap mütercimlerin muhteşem geçmişi geldi. Fakat aynı zamanda Güney Afrika’daki İslam Kültür Merkezi tecrübesinin gösterdiği gibi kültürel farklılıklara dayanan ve tekrarlanabilir iyi uygulamaları teşvik eden kucaklayıcı alanların oluşturulmasına, Rotterdam’da İslami eğitim kültür merkezini işleten Esma Clasen’in yaptığı gibi yerel siyasete katılmak isteyen müslümanların eğitimine, Danimarkalı sanatçı Stine Haxbroe’nun video röportajlarından Jenny Molendyck’in keyifli çocuk kitapları gibi sanatsal ve kültürel üretime özen göstermek gerekir.
Konya’daki bir başka genç personel anlatıyor: Bir yıl çalıştık etkinliğin düzenlenmesi için, güneşin doğuşundan gece yarısına kadar çalışıyorduk, sonra yeniden bir araya geliyorduk çalışmak için. Gülümseyerek üçte gidiyorduk diyor uyumaya ve gönüllülerin, öğrencilerin ve Diyanet çalışanlarının hevesi hissediliyor. Hatta İslam hakkında daha fazla bilgi edinmeye ilgili ziyaretçileri haftalık olarak ağırlayan, bize Ayasofya’da rehberlik yapan genç Tuba gibi dini faaliyetlerle meşgul olanlar da var.
Tabandaki bu seferberliğin arkasında net bir politik seçim var. “Erdoğan ile Diyanet’in bütçesi önemli ölçüde arttı” diyen Aslıhan beni teyit ediyor. Mevcut hükümet, görevleri arasına özellikle dini faaliyetleri desteklemeyi de dahil ediyor: Bu, “tüm müslümanların görevidir” diye açılış konuşmasını yapan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş imzalı kongreye davet mektubunda da hatırlatılıyor.
Yeni-Osmanlıcılık etiketini ise mevcut medya her zaman ideolojik olarak kullanıyor. Diyanet’in, AKP’nin önde gelen rakibi CHP’nin, Kemal Atatürk’ün din işleri alanındaki politikaların inşaasını hükümete devrettiği laik Türkiyesi’nin bir eseri olduğunu unutmamak gerekir: görevi Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla doğan Türk Cumhuriyeti’nde “laikliği” yerine getirmekti.
Diyanet’in politikaları hükümetlerin değişmesiyle birden fazla kez değişti ve şüphe yok ki mevcut politika Sevr antlaşmasının biraz öncesi ya da biraz sonrasına bakıyor. Topkapı Sarayı’na açılan büyük taş kapıda rehberimizin bize tercüme ettiği iki yazı var. Sağdakinde “Sultan, Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir” deniyor. Rehber, gülümseyerek “Sultan, biraz sizin mutlak monarşinizden ilham almış” diye yorumladı. Soldakinde “Dünyadaki bütün mazlumlar ona müracaat eder” diyor. İrlandalı müslüman Yvonne, Sultanın, İngiliz politikalarının İrlandalıları açlıktan kırıp geçirdiği “1845’teki Büyük Kıtlık sırasında İrlanda’ya erzak yüklü gemiler gönderdiğini” söylüyor.
Kongrenin sonunda kabul edilen “Sonuç Bildirisi”nde tüm katılımcıların katkıları bir araya getirildi. Hem bulgu hem de özellikle öneriler kısmı bakımından zengin bir belge. Burada “islamofobi” kelimesi bir kez dahi geçmiyor. Onun yerine bugün mevcut olan tüm araçlar ile bütün düzeylerde yüksek kalitede İslam kültürü üretiminin gerekliliğine vurgu yapıldı.
Her ne kadar tecrit ve ayrımcılık sorunlarından bahsedilse de Türk hükümetinin finansman sağlayarak desteklediği cami yapımına, kitapların çevirisine ve imamların eğitimine; kültür üretimine öncelik verildi kongrede. İnsan yalnızca ekmekle yaşamaz demek gibi: ona Yeni Osmanlıcılık da diyebilirsiniz.